Bugün, her şeyden önce bir bağımsızlık ve özgürlük savaşçısı olan, 57 yıllık ömrünün büyük bölümü cepheden cepheye dolaşarak savaşmakla geçen, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım” diyen;

Bütün ömrünü, Türk Ulusu’nun tam bağımsızlığına adamış olan, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır” diyerek, ölüm gerçeğinin farkında olduğunu belirten, ancak, “Güçlü fikirlere ve eserlere sahip olan insanların öldükten sonra da yarattığı sağlam eserleriyle yaşamaya devam edeceğini” bilen, bu nedenledir ki, “Görevim bitmemiştir, bitmeyecektir, ben toprak olduktan sonra da devam edecektir” diyen, Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 85. yılı. 

Ve tarih göstermiştir ki; 

Bütün orduları terhis edilmiş, bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, dönemin emperyalist güçleri ve onların üzerimize saldıkları maşalar tarafından Osmanlı Devleti’ne dayatılan Sevr’i yırtıp atarak, etrafına topladığı silah arkadaşlarıyla Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yazan, Anadolu İhtilalini yaratan, yaptığı devrimlerle kul toplumundan, ulus yaratarak Cumhuriyet’i bu ülkeye armağan eden, Batı emperyalizmine karşı sonuna kadar savaşan, çünkü, “Biz, bizi mahvetmek ve yutmak isteyen emperyalizme karşı savaşmayı uygun gören bir mesleği icra eden kişileriz” diyen;

En büyük hayali bir gün emperyalizmin yeryüzünden silinmesi olan, silineceğine inanan, o nedenledir ki, 3 Ocak 1921’de Ankara’da, Türkiye, Rusya, Ukrayna, Afganistan, Buhara ve Azerbaycan temsilcilerinin katıldığı bir davette, “Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün mahv ve perişan edecektir. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal hale mazhar olacaktır” diyen; Atatürk;

Hastalığının ilk zamanlarıydı. Akşam, Çankaya Köşkü’nde her zamanki gibi dostlarını ağırladı. Bilim insanları, edebiyatçılar ve siyasetçilerin birçoğu oradaydı. Sohbet esnasında anlatırken “İstanbul’da bir baloda idim. Sarı saçlı bir delikanlı gelip karşıma dikildi. Adı ya Ekrem yahut da Kenan olacak. Karşıma çıktı, “Size diktatör diyorlar, doğru mu?” dedi. Ona şu cevabı verdim: “Ben diktatör olsaydım,  sen bana bunu soramazdın. Diktatör, müsamahası olmayan adamdır. Diktatör, kendi düşüncelerine aykırı fikir söyleyenlere kin güden adamdır. Benim, belki demokrasinin anladığı manada diktatörlüğe benzer hareketlerim görülmüştür fakat, tiran asla olmadım” diyen Atatürk’ün ebediyete intikalinin bugün 85. yılı. 

Hastalığının en ağır zamanlarını yaşarken bile ülkesini, Hatay’ı, Hatay meselesini aklından çıkarmayan, 19 Mayıs 1938 günü Ankara Stadyumu’nda son kez Ankaralıların karşısına çıkan, aynı gün törenden sonra Mersin’e gidip oradan Adana’ya geçerek Adana’da gerçekleşen askeri törende ordunun başında olduğunu tüm dünyaya gösteren, tüm bunlardan sonra dış basında hasta olduğu ve öleceğine dair haberlerin ortadan kalkmasını, Fransızların tüm koşulları kabul etmelerini, Hatay sorununun çözülmesini ve Türk Ordusu’nun 1938 yılı Temmuz ayı başlarında Hatay’a girmesini sağlayan, Tarihçi Sinan Meydan’ın, “1923, Kuruluş Ayarlarına Dönmek” adlı kitabında ifade ettiği gibi, emperyalistlerin en büyük korkusu hala Atatürk. 

Ancak, tarihin göstererek bize kanıtladığı gibi, sorun, emperyalizm olduğu sürece çözüm Atatürk. O nedenledir ki, dün olduğu gibi bugün de emperyalizmin hedefi, Atatürk’ü öldürmek. 

Ancak, toplumsal görevi, yaptığı devrimler ve yarattığı aydınlanma ışığıyla toplumu aydınlatma görevi ebediyete intikaliyle bitmeyen, 85 yıl sonra bile hala devam eden Atatürk, yolun yolumuz, ışığın ışığımız olmaya, yolumuzu aydınlatmaya devam edecektir. Ruhun şad olsun.