Mavi notalara bürünmüş hüzünlü melodiler, ruha dokunan sözler... Blues, tüm dünyayı etkisi altına alan bir müzik türü olmasının ötesinde, adeta bir ruh hali, bir yaşam tarzı. Peki, bu samimi ve duygusal müziğin ardındaki hikayeler neler? Gelin birlikte keşfedelim:
Blues denince akla ilk gelen şey hüzün olsa da, kökenleri oldukça ilginç. 17. yüzyılda İngiltere'de "The Devil Blues" terimi, aşırı alkol tüketiminden sonra yaşanan depresyonu tanımlamak için kullanılmış. Zamanla müzikal bir forma dönüşen blues, Afroamerikalıların yaşadığı zorlukları ve acıları dile getiren bir araç haline gelmiş.
Blues'un doğduğu yer olarak Mississippi Deltası bilinse de gerçekte çok daha geniş bir coğrafyaya yayılmış bir müzik türü. Texas blues'un slide gitarın hakim olduğu tınısından Chicago blues'un güçlü nefesli sazlara dayanan tarzına kadar, her bölge kendine özgü bir blues dili yaratmış. Bu da blues'un zenginliğini ve çeşitliliğini artıran bir unsur olmuş.
Tarih kitaplarında blues'un erkek egemen bir alan olduğu yazılı olsa da kadınların bu müzik türüne katkısı göz ardı edilemez. 1920'de "Queen of the Blues" olarak anılan Mamie Smith'in ticari olarak blues kaydeden ilk siyahi sanatçı olması, birçok kadına ilham kaynağı olmuş. Bessie Smith'in güçlü sesi, Sister Rosetta Tharpe'ın gitar virtüözitesi gibi örnekler, blues'un sadece erkeklere ait bir alan olmadığını kanıtlar nitelikte.
Müzikal yetenek karşılığında ruhunu şeytana satma hikayesi, blues efsanelerinin en gizemli ve ilgi çekici ögelerinden biridir. Birçok blues müzisyeni bu hikayeyi esprili bir şekilde anlatırken, bazıları da kökenini yoksulluk ve çaresizlik içinde yaşayan müzisyenlerin umutsuzluğuna bağlar.
Blues'un etkisi kendi sınırlarını aşarak birçok müzik türüne ilham kaynağı olmuş. Rock and roll'un temeli, R&B'nin ruhunu besleyen element, caz doğaçlamalarının gizli bileşeni... Elvis Presley'den Jimi Hendrix'e kadar sayısız müzisyen blues'un duygusallığından ve hikaye anlatıcılığından beslenmiş. Bu da blues'un mirasının sonsuza dek yaşayacağını gösteriyor.