Doğu ve Güney Anadolu Bölgesi’nin başlıca geçim kaynağı hayvancılıktı eskiden. Şimdilerde bir avuç hayvancılık yapan çiftçi kaldı. Elbistanlıyım, ayrıca Gaziantep, Şırnak ve Erzurum’da görev yaptım ve o bölgede binlerce köy gezdim. Emekli olduktan sonra da Tunceli (Dersim) Ovacık, Hatay, Artvin -Ardanuç ve Mardin-Derik’te çalışmalar yaptım. Van ve Diyarbakır’da gözlem yaptım. Dolayısıyla o bölgelerdeki hayvancılığı biliyorum. Erzurum’un köylerinde devasa kuru ot yığınları olurdu. Baharda kar kalkınca dağ taş en az iki metre boyunda otlarla çiçeklerle kaplanırdı. Dereler nehirler coşkuyla çağıldayarak akardı. Doyum olmazdı Erzurum’un köylerinde baharın tadına. Erzurumlular o otları hem kendi kışlık yiyecekleri hem de hayvanları için kuruturlardı. Kış şartları çok ağır geçer, sebze bulunmazdı 1994’lerde. Gaziantep, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Maraş yani bütün deprem bölgesinde depremden tarım ve hayvancılık çok etkilendi. Tüm dünyada gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de çok uluslu şirketlerin politikaları doğrultusunda tarım ve hayvancılık bitirildi. Ama kendi ihtiyaçları için ve üç beş kuruş gelir için hala küçük çapta hayvancılık yapan küçük çiftçiler vardı. İşte yaşadığımız büyük deprem felaketi deprem bölgesinde o kalan birkaç çiftçiyi çok etkiledi. Deprem bölgesinde hayvancılık tamamen bitme noktasında. Hayvanlarına bakamıyorlar, fırsatçılar köy köy dolaşıp hayvanları ucuza alıyorlar. Hayvanı kalmayan köylüler büyük kentlere göçmek zorunda kalıyorlar. Depremden sağ kurtulmakla sorunlar bitmiyor. Zaten köylülük bitirilmişti önceden. Yığınlar her bakımdan ( konut, gıda vs.) iyi bir alıcı kitlesi oluştursun diye kentlere göç ettirilmişti. Şimdi buna bir de depremler eklendi, Türkiye’de son günlerde çok büyük bir göç hareketi başladı. Hayvancılıktan vazgeçerek kentlere göç etmenin iki önemli boyutu vardır. Birisi ekonomik diğeri sosyolojik boyutu. İkisi de Türkiye’de yaşayan herkesi etkiliyor. 83 küsur milyon insan tarımın hayvancılığın bitmesinden etkileniyor. Ama maalesef Türkiye’de ciddi bir örgütlenme sorunu olduğu için tarımsal üretim, köylülük, ekoloji sadece bu konuyla ilgili sivil toplum kuruluşlarının-kişilerin sorunuymuş gibi düşünülüyor- algılanıyor. Dar bir bakış açısı var. Tarımcılarla dayanışma içerisinde güç birliği yapacak duyarlı bir toplum yok. Tüm Türkiye’de alandan gelen tarım eğitimi alan tarım konusunda yazan bir avuç insanız, sabahlara kadar yazı yazıyoruz ama fazla okurumuz yok, tarımla ilgilenen yok. Bu konuda bilgi kirliliği çok var. Tarımla ilgisi olmayanlar açıklamalarda bulunuyorlar toplumu yanlış yönlendiriyorlar. Ne garip çelişki, herkes her gün tarım ürünleriyle beslenirken tarıma ve tarım sorunlarına ilgi duymuyor. Bu bizim gelişmişlik durumumuzu gösteriyor. Tabii ki bunda medyanın yönlendirmesinin de etkisi var. Başarılı ve daha verimli olabilmek için STK’ların dayanışma içerisinde çalışması ve güç birliği yapması şarttır. Urla’da Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği şubesine gittim küçük bir toplantıda deprem bölgesindeki hayvancılığın durumu ile ilgili konuşmaya çalıştım ama maalesef bizim işimiz eğitim, hayvancılığa destek olmak depremzedelere yem yardımında bulunmak bizim konumuz değil dediler. Ne dediysem derdimi anlatamadım, yoğun bir tepkiyle karşılaştım. Bu durum elbette bir sosyal bilimci olarak beni çok etkiledi. Çünkü Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği çok önemli bir sivil toplum kuruluşudur. 1990’lı yıllarda tanıştım Türkan Saylan hocayla ve taa o zamanlar üye olmuştum. Ben eğer Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyelerine meramımı anlatamaz isem kime anlatabilirim ki? Hayvancılığın, beslenen herkesin sorunu olduğunu söylemeye çalıştıysam da nafile boşa konuştum bu benim fikrim olarak algılandı. Tarım, hayvancılık, ekoloji ülkemizde yaşayan herkesin en temel sorunudur. Çünkü tarım ve hayvancılık ürünleri olmasa yaşamımızı sürdüremeyiz. Deprem bölgesinde hayvancılık biterse ülkemizin hayvansal ürün üretimi azalırsa fiyatlar artar, herkes bundan etkilenir ve bunun sonuçları çok ağır olur. Diğer taraftan hayvancılığı bırakan köylüler kentlere göçerse sosyolojik ve ekonomik sorunlar yaşanır. Kentin yükü artar konut-inşaat sektöründe çılgın büyümeler ve sonuçta depremlerde facialar yaşanır. Yollar yetmez alt yapılar yetmez, o insanların kente entegrasyonu zordur, iş bulamazlar vb. bir yığın sorun yaşanır. İşte ben Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ndeki toplantıda bunları anlatmaya çalıştım beni kimse dinlemedi, işlerinin eğitim olduğunu bu konuların onların işi olmadığını ısrarla söylediler. Oysa bunları anlatmamın tek sebebi deprem bölgesinde hayvancılık bitmesin diye üyelerinin birer çuval yem bağışı yapmasıydı. (İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin “Bir umut” projesine 230 TL’ye bir çuval yem bağışlanıyor.) Onlar çocukları okutuyorlar, bunun için çok çalışıyorlar güzel. Ama o çocukların hayvancılığın ve tarımın bitmesinden dolayı gelecekte aç kalacaklarını göremiyorlar. Beslenemeyen insanlar bırakın eğitilmeyi yaşamlarını sürdüremezler. Maalesef ülkemizde çok ciddi bir sorun var. Dünyaya dar bir pencereden bakılıyor. Büyük fotoğrafı göremiyorlar. Zaten her şey bitirildi kalan bir avuç çiftçiyi, hayvancılık yapan üreticiyi bir damla suyu üç beş yerel tohumu kurtarmaya çalışıyoruz. Lütfen biz tarımcıların sesini duyun çocuklarınızın torunlarınızın geleceği için bizlerle dayanışma içinde olun, insan olma sorumluluğunu yerine getirin. Bizler tek başımıza hepinizi yani 83 milyon insanın kurtaramayız. Herkes gıdasına, suyuna tohumuna sahip çıkmalıdır. Çiftçiliği tamamen bitiren çok uluslu şirketlerin tamamen hegemonyasına girmemizi sağlayan kanun Meclis’te kabul edildi. Yeni hükümete sadece uygulamak kaldı. Bu kanun çiftçiler lehine yeniden düzenlenmelidir. Bu haliyle uygulanmamalıdır. Oyunuzu bu kanunu uygulamayacak olanlara vermelisiniz. Bunu çocuklarınızın geleceği için yapmak zorundasınız. Hep birlikte el ele omuz omuza dayanışma içerisinde güç birliği yapmalıyız. İki kahve parasına bir çuval yem bağışı yaparak işe başlayabilirsiniz. Deprem bölgesinde hayvancılık bitmesin, onlar kentlere göçmek zorunda kalmasın. Tarımı çiftçiliği bitiren çok uluslu kapitalizmin şirketlerinin politikalarına artık dur diyelim hep birlikte. Onların hegemonyasına girmeyi reddedelim. Kurtuluş Savaşı’ndaki Kuvayi Milliye ruhuyla onlara geçit vermeyelim. Afrika’ya gittim, şirketlerin tamamen hegemonyası nasıl oluyor gördüm tanık oldum korkunç bir şey bu. Güney Afrika Cape Town’da 8 gün kaldım. İzmir büyüklüğünde bir kent burası. İngiliz ve Amerikan şirketlerinin hegemonyasında. Yasama şehri başkan yardımcısıyla görüştüm. Durum çok kötü. Bağımsızlıklarını yitirmişler. Bir tane bile yerel tohum kalmamış bir çiftçi kalmamış. Artık yeter gün biz olma günüdür. Ya biz oluruz ya da iyice yok oluruz seçenek sizde! Çözüm bizde! Güzel günler göreceğimize inanıyorum her şeye rağmen. Toplumsal fayda için gönüllü çalışan tüm güzel insanları ve onlarla dayanışma içerisinde olan özde insanları sevgiyle kucaklıyorum.