Pandemi sonrası başlayan ve Türkiye ekonomisinin en büyük sorunu haline gelen konu malum enflasyon.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14-28 Mayıs seçimleri öncesi sürekli vurguladığı “Faiz sebep, enflasyon sonuç” politikası ve nas vurgusu ekseninde enflasyonla mücadele edilmeye çalışıldı. Faiz oranları kademeli olarak Mayıs/2023’e kadar 8,5 puana kadar düşürüldü ancak enflasyonda istenilen sonuç alınamadı.
Mayıs seçimleri sonrası 180 derece dönüş yapılarak ekonomi yönetimi komple yenilendi, ekonomi politikasında nispeten rasyonele dönüş sağlandı ve nas politikası terkedildi.
Gaye Erkan/Mehmet Şimşek tarafından oluşturulan ekonomi yönetimi bu sefer faizleri artırmaya başladı, her toplantıda artırdıkça artırıldı ve nihai olarak 50 baz puana kadar geldi. Ekonomi sanki çok iyiymiş gibi soğuma dönemine girildi. Talep daraltıldı, alım gücü düştü, kredi faizleri tavan yaptı ama enflasyon yine düşmedi. Şubat/2024 sonu itibariyle % 67 seviyelerine geldik.
Bu iki dönemin ekonomi mantığına ters bir tarafı var gibi görünüyor. Faizleri düşürüyorsun, enflasyon düşmüyor, faizleri artırıyorsun, enflasyon düşmüyor. Eski Bakan Nebati de bu duruma vurgu yaparak para politikasında faiz aracının etkisizleştirildiğini maharet gibi anlatmıştı.
Paradoksal bir durum yok aslında, sorunu algılama meselesinde yatıyor her şey. Şöyle özetleyelim;
1-) Açıklanan enflasyon ile gerçek enflasyon arasında fark olması, anormal eksi reel faiz olması nedeniyle fiyatlar istenilen seviyede tutulamıyor.
2-) Ülkeye olması gereken düzeyde döviz girmiyor.
3-) Ekonomi yönetimine ve siyasi iktidara tutarsız davranışlar nedeniyle halk güvenmiyor.
4-) Cumhuriyet tarihinin en büyük bütçe açığı veriliyor ve maliye politikası para politikasını desteklemiyor.
Son 5 yılda defalarca Merkez Bankası Başkanı ve Maliye Bakanı değiştirmekle, dün A dediğine bugün B diyerek, yarın C demeyeceğinin garantisinin olmadığı bir iklim var. 
ENAG tarafından yapılan bilimsel araştırmada gerçek enflasyon sürekli açıklananın iki katına yakın olmasına rağmen ekonomi yönetiminden bir kişi de çıkıp “Siz nasıl hesaplıyorsunuz, gelin TÜİK ile ortak bir çalışma yapalım, hesaplama hatası nerede yapılıyor bakalım” demedi. Çünkü onlar da çok iyi biliyorlar ki kendi açıkladıkları enflasyonun gerçekle alakası yok.
Bu sebeple faizleri ne kadar artırırsan artır enflasyon düşmüyor. Döviz girdisi sağlanamadığı için de döviz fiyatları kontrol edilemiyor. Genel seçimler ile yerel seçimler arasındaki yaklaşık 10 ayda kurların yüzde 60-65 seviyesinde arttığını görüyoruz.
Pekala, bunun sosyolojik boyutuna bakalım. Açıklanan enflasyon dikkate alınarak memura emekliye işçiye zam yapılıyor, ancak reel enflasyon iki katı olması nedeniyle milletin alım gücü anlamlı seviyede düşüyor.


Ekonomide soğuma dönemi nedeniyle iş dünyası krediye erişemiyor, alsa bile altından kalkması zor anormal faizler ödemek durumunda kalıyor ve belki de en önemlisi malını istenilen canlılıkta satamıyor.
İşte açıklanan enflasyon oranında zam yaparak 16 milyon emeklinin 10.000 TL’ye mahkum bırakılması, 4 milyon memurun geçim sıkıntısı yaşaması, milyonlarca asgari ücretlinin 17 bin TL ile evine ekmek götürmekte zorlanması ve en önemlisi gençlerin umutsuzluk duygusu siyasi iktidara 31 Mart’ta seçim kaybettirdi. 
Muhafazakar kesimde sosyolojik olarak 6 ok alerjisi bulunmasına rağmen, vatandaşın yaşadığı ekonomik sancılar nedeniyle birçok muhafazakar kent CHP’ye geçti. 
Vatandaş çok net bir şekilde iktidara mesaj verdi, “Beni açlığa sefalete mahkum edemezsin” dedi.
Denizli, Manisa, Balıkesir, Adıyaman, Kilis, Kütahya, Kastamonu, Afyon gibi illerin normal şartlar altında CHP’ye geçmesi mucize iken vatandaş artık isyan bayrağını açtı.
Metropollerde yaşayan vatandaşlar mevcut ekonomi yönetiminin ve siyasi iktidarın sürekli ben yaptım oldu anlayışından, tutarsız tavırlarından, muhalefetle dalga geçip kâle almaz hallerinden yıldı.
Ve sonuç ortada. Yerel seçimler bitti ve halk yeniden gerçek gündemini yaşıyor. Dolayısıyla siyasi iktidarın artık kendine çeki düzen vermesi, eleştirileri kulak ardı yapmaması ve milletin derdi ile hemhal olması gerekiyor.