Politik fanatizm, 27 Mayıs İhtilali ile sona erdi sanıyorduk.
Meğer devam ediyormuş.
O yıllarda vatandaş, merkezi idarenin icraatını, zamanı gelince değerlendirir, ona göre oyunu kullanırdı.
Yerel yönetimler için de durum buydu.
Onun için iktidarlarda ve yerel yönetimlerde politik yapılar sık sık değişirdi.
Bu değişim, oraya aday olanlar için “Kulakta küpe” olur, seçime daha hazırlıklı girerlerdi.
Bazen dengeler ve tercihler, koalisyonları da getirirdi.
Çok kötü koalisyonlar yaşadığımız için hepsine kötü gözle baktık.
Ama bugün görüyoruz ki, “koalisyon” denen şey, aslında şerbet gibi bir şey. Sorunların çözümünü geciktirmiyor, aksine pratikler de sunuyor. Daha doğrusu sunuyordu.
Hükümet kurma çabalarının düğümlendiği anda imdada yetişen koalisyonu, bugün herkese sevdiremezsiniz. Ama sevmediğini söyleyenler, koalisyondan daha beter olan ittifaklara sıcak bakar.
Bugün politik fanatizm, “bir kilit” görünümündedir.
Her siyasi görüş, kendi değerlerini inadına savunuyor ve ona sahip çıkarak bu kilit yapıya destek veriyor.
Solcusu, “Karşı taraf iktidar olduğunda laiklik elden gidecek, Atatürk unutturulacak”, muhafazakarı ise “İslamiyeti doya doya yaşayamayacağız” telaşı ve endişesi içinde.
Haklılık payı var ama tümüyle değil.
Ancak bu fanatizm, ülkenin refahında ve gelişmesinde, huzurunda, güvenliğinde destek değil köstek olur. Aklıselimi yok eder. Milli iradeye ipotek koyar ve belirsiz bir gelecek sunar.
Merkezi idare olsun, yerel yönetim olsun, aklıselimin sınavından geçmezse ve hak ettiği oyu almazsa sonucuna katlanmak boynumuzun borcudur.
Taksicinin birinci sorunu
İzmir Şoförler ve Otomobilciler Meslek Odası Başkanı Celil Anık’a sordum:
“Taksicinin en önemli sorunu nedir?”
Bekledim ki, artan petrol fiyatlarından, vergilerden, trafik cezalarından, parça fiyatlarından söz etsin.
Hayır.
Başka bir konuya değindi.
Anık’a göre, taksici esnafının birinci sorunu, trafik kontrollerinde, sosyal güvenliği olmayan şoförlere büyük cezalar kesilmesi.
Açıklıyor:
“Bu cezayı nedense trafik kesiyor. Hem de 9 bin liraya kadar. Ama başka kurum adına. Bir kurum, bir başka kurum adına işlem yapıyor. Bunun yasal olmadığını savunuyoruz. Eğer böyle bir denetim yapılacaksa; bunu SGK yapmalıdır, trafik polisi değil. Yüzlerce dava açtık, çok sayıda yürütmeyi durdurma kararı var. Yanlışı düzeltmek için kararlıyız, konunun peşini bırakmıyoruz.”
Anık, SGK’ya bağlı olmayan şoförlerin durumunu da şöyle açıklıyor:
“Taksi sahibi, çalıştıracağı şoförü en azından 20 gün denemek istiyor. Arkadaşlarımız, bu süre içinde polise yakalanıyor. 20 günlük süre taksici esnafının hakkıdır. Ondan sonra çalıştırıp çalıştırmayacağına karar vermelidir.”
Neyse ki, Anık taksici esnafının sorunlarını bununla sınırlı tutmuyor. “Petrol zammı taksicinin canına tak etti” diyor ve şöyle konuşuyor:
“Bir taksi, şehir içinde kilometrede 1500 liralık yakıt tüketir. Bir işe gidip gelmesi nereden baksanız 35 liralık yakıt demek… Esnafımızın işleri çok düştü. Lastik tekerlekli araçlarda özellikle mazotta devlet sübvanse etmeli ve esnafımız daha ucuza yakıt alabilmeli. Minibüslerin yarısı çalışmıyor… Zam yapsa neye yarar; kimse binmiyor. Herkes raylı sistemi tercih ediyor.”
Abramoviçli bir anı
Elbette tanışmak, sohbet etmek gibi bir şey değil.
Ama onun zehir ettiği bir günü yaşamak var ya, Biden’ın yaptıklarını alkışlayasım geliyor.
7-8 yıl önce; Çeşme’nin meşhur bir otelinin günü birlik müşterisiyiz. Geceleme yok ama plaj ve sonrasında SPA var.
Ödeme peşin yapıldı. Plaj sefasını tamamladıktan sonra SPA’ya doğru hamle ettiğimizde “Bugün geçici olarak SPA kapatıldı” dediler.
Peşin para vermemizi de pek önemsemediler.
Ve ağızdaki baklalar çıkınca öğrendik ki, ünlü Rus milyarder Abramoviç, teknesiyle Çeşme’ye gelmiş, sadece o gün SPA onun ve arkadaşlarının kullanımında olacak.
Basmış parayı, kapatmış SPA’yı.
Hani bazı görgüsüz mafya tipler, gazinoları, restoranları kapatır, başka müşteri istemezler ya, işte öyle bir şey.
Para her şeyi yaptırıyor ama insan karakterine sinmiş görgüsüzlüğü de kusuyor bu arada.
Tamam o gün SPA’dan mahrum kaldık ama bu gerçeği de öğrendik.
Biden, biraz da bizim öcümüzü alıyor, ne mutlu.
Hekimlerle hakimler yarışıyor
Hadi hekimlere alıştık. Günde 60-70, bazen 100 hastaya bakıyorlar.
Ama sadece bakıyorlar.
Muayene etmeleri, teşhis koymaları mümkün değil.
Hasta bir ilaç listesi uzatıyor, mecburen onu yazıp onaylıyorlar.
Sistem, onları bu hale getirirken hakimlerin durumu da farklı değil.
Geçenlerde Adliye’de idim. Bir Asliye Ceza Mahkemesi’nin duruşma listesine bakayım dedim.
Öğleye kadar olan liste asılmış.
Duruşma 9.30’da başlıyor, 12.00’de bitiyor.
Öğleden sonra Allah kerim.
Her duruşma için ayrılan zaman 5 dakika.
İki buçuk saatlik zaman dilimi içinde hakim tam tamına 32 davaya bakmak zorunda.
Beş dakika.
Kimlik sorsa 3 dakika eder.
Geriye kaldı iki dakika. İki dakikada hukuk, adalet, yargı, hangisi yerine getirilir, belirsiz.
Hukuk devletinde hukukun boğazını sıkan bu tablo hiç de iç açıcı değil.
İbrahim Ormancı - Duvar Yazıları
Ben gelişigüzele güzel demem. Estetik sahibiyim canım!
***
Ben esmeri badem ile, fıstık ile, ben esmeri fındık ile beslerdim. Masaya şöyle bir vurdum. ''Yeter lan seni beslemekten imanım gevredi. Sen bir şeyler yap da yiyelim'' dedim!
***
Ailecek sorunlarımızı konuşuruz. Ama reklam kuşaklarında sadece!
***
Kafam esti hanıma çiçek aldım. Bana ''Hangi dağda kurt öldü?'' deyince ''Aşkolsun hatırlamadın mı? İlk kavga edişimizin yıl dönümü'' dedim. Zeki kadın. Niye kavga ettiğimizi hatırladı. Yine kavga ettik iyi mi?