Birinci fotoğraf, 1973 yılında çekilen fotoğraf. Karede dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk var. Bir vesileyle sanatçıları davet etmiş. Karede kimler yok ki… Nejat Uygur, Zeki Müren, Cüneyt Arkın, Sadri Alışık, Bedia Muvahhit, Toto Karaca, Filiz Akın ve diğerleri. Buluşmada ve sohbette politika yok, biat yok. Sadece sanat var. Devletin sanatçıya ne gibi desteği olabilir sorusu var. Sanatçıların beklentileri var. Öbür karede Cumhurbaşkanı Erdoğan, adeta Külliye’ye akredite edilmiş sanatçılarla iftar yapıyor. Kadro hiç değişmiyor. Belli ki biat ön planda. Konuşulanlar belli. Hangi kareyi daha çok sevdiniz, söyler misiniz?
Soyadı deyip geçmeyin
2 Temmuz 1936 yılına kadar her şey normal gidiyordu. İnsanımız Ağa, Bey, Efendi gibi lakaplarla anılıyor, ayrıca mesleklerine uygun lakapları da kullanıyorlardı. Mehmet Ağa, Marangoz İsa, Veli Efendi gibi.
Soyadı Kanunu çıkınca ve herkes nüfus müdürlüklerine yönlendirilince o insanlar, konuyu pek ciddiye almadılar. Sandılar ki yine o eski lakaplarıyla anılmaya devam edecek. Bu soyadı denen şey de kütüklerine işlenmiş bir kelime olarak kalacak.
Evdeki hesap çarşıya uymadı. “Ağa”, “Efendi” gibi lakaplar yasaklandı, herkesin soyadı belirleyici oldu. Ve sonunda ortaya şöyle bir tablo çıktı.
Komik bir tablo. İnsanlar, garip garip soyadlarını aldılar. İşte örnekler:
Budala, Aptal, Yalak, Dönek, Şapşal, Kaltak, Dümbelek, Fırıldak, Sıçan, Yalama, Cinsel, Kıç, Pipi, Kız, Meme, Azmış, Abaza, Götürür, Gösterir, Tekerlek, Damızlık, Donsuz, Ayı, Davar, Geyik, Ördek, Dana, Tren, Öküz, Şebek, Motor vs..
Gariptir; kimse, kanun elverse de bu soyadlarını sonraki süreçte değiştirmedi.
Hürriyet’in Sanat Dergisi Yazı işleri Müdürü’nün adı Ahmet, soyadı “Dikenlisarmaşığatırmanıroğlu” idi. Yine aynı gazetenin 1960’lardan söz ediyorum yazı işleri müdürünün soyadı Devekuşu’ydu.
Böyle soyadlar, aslında insanımızın öğrencilik dönemini, iş hayatını, evliliğini, sosyal yaşamını mutlaka etkilemiştir, etkiliyordur.
O yılların şartlarını bilemiyoruz ama neden biraz daha dikkatli davranılmamış, neden nüfus memurları, birer mizahçı haline sokulmuş; anlamak mümkün değil.
Aydoğan’a koruma
Manisa’da gazetecilik yapan, ancak Buca’da ikamet eden gazeteci arkadaşımız İsmail Aydoğan, geçmiş günlerde İYİ Parti Manisa İl Başkanı Hasan Eryılmaz tarafından telefon konuşmasıyla tehdit edilmiş, bu olup biteni tüm siyasi parti temsilcileri tepkiyle karşılamıştı.
Aydoğan, sonraki günlerde polise başvurarak can güvenliğinin karşılanması talebinde bulundu ve İzmir Emniyet Müdürlüğü’nce bu talebi uygun görülerek koruma kararı verildi.
Aydoğan, gözü pek bir gazeteci. Hak etmediği bir olayla karşı karşıya. Ama o, en çok kendisini koruması gereken İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nden bir sıcak yaklaşım görmedi. Cemiyet, Anadolu’nun taa bir yerinde mağdur edilen gazeteciye sahip çıkarken onu görmezden geldi.
İsmail’i en çok üzen de bu.
Garip ama gerçek
Garip 1:Bir fakir ailenin evine gidip ya da bir grup öğrencinin ortaklaşa tuttukları evin kapısına dayanıp “İftara geldik” demenin mantığı İslami inançla ne kadar örtüşür, bilemem. Paylaşmak yok, konmak var. Paylaşmak, senin iftarına onları çağırmaktır.
Garip 2: Din adamı tüccar olmamalı. Yüce Peygamber’in mütevazi hayatından söz ederken, konuşma yapacağı o yere 1 milyonluk araçla gitmemeli… Hiç değilse fakirlik edebiyatı yapmamalı. Fakirliği özenti haline getiren din adamlarını anlamakta zorlanıyor bu millet.
Garip 3. Bütün bunlara milletimizin prim vermesidir ve en garibi de budur.
İbrahim Ormancı - Duvar Yazıları
Gençliğimde kız isterken bana içirilmek istenen tuzlu kahveyi kızın üstüne döküp evden kovulmuştum!
***
Sakla samanı. Gün gelir kafana doldurursun. Olursun saman kafalı !..
***
Maço erkeklere KAZAK ERKEK deniyor da, Dominant kadınlara BLUZ KADIN neden denmiyor?
***
Televizyonlarda '' Çöpçüler Kralı '' habire yayınlanınca, Benim oğlan çöpçü olmaya karar verdi, iyi mi?
***
Artık anam da ağlamıyor… Göz kapakçıklarını aldırtmış!...
***
Baba ; ALKOL BAĞIMLISI , anne KUMAR BAĞIMLISI,
ağabey SİGARA BAĞIMLISI ve en küçükleri de, NASİHAT BAĞIMLISI!...