Eskiden böyle bir terim vardı:
Evladiyelik.
Bir araç, bir alet, bir makine yapıldığında uzun ömürlü olmasına özen gösterilirdi.
Çoğu kez, böylelerini tarif ederken “Ya Alman, ya Japon malı” derdik.
Şimdi evladiyelik örneklere rastlamak mümkün değil. Her alete, onu üretenlerce ömür biçiliyor. Koskoca ürün, küçücük bir aparatının sorun çıkarmasıyla çöpe atılıyor.
Milli servet heba ediliyor.
Sonra hayatımıza Çin malları girdi.
Ucuz diye adeta kapıştığımız mallar.
Ama daha kullanmadan arızalanan, istediğimiz verimi alamadığımız dandik mallar.
O da milli servetin heba olması demek.
Koskoca bir mekanizma, yine bir aparatın arızalanması ve tümünün çöpe atılması.
İnsan aklının alamadığı bir gerçek.
Diyorlar ki:
“Böyle olmazsa üretici nasıl kazanacak, onca işçi nasıl iş bulacak?”
Sonsuz demiyoruz ama uzun ömür biçilecek şekilde yapılan bir üretimde hak edilen fiyat farkı, aslında milli servetin heba edilmesinden çok daha akıllıca değil mi?
Böylesine üretim politikaları üreten bir ülke konumuna gelmemiz bizim yararımıza olmaz mı?
Markalaşarak uzun ömürlü üretimler gerçekleştirmek bize şan şöhret ve tabii liyakat da kazandırmaz mı?
Yatacak yerimiz yok
Bu ülkede 1980 yılına kadar yollarda alkol muayenesi yapılmazdı. Sürücünün alkollü olması halinde bile ona dokunulmaz, eğer sigortası gecikmişse araç hemen kapatılırdı.
Trafik polisleri, arka camdaki plastik gölgeliklere gıcık olurdu. Bir de vize gecikmişse ceza yazardı, o kadar.
Askeri yönetimin ilk İçişleri Bakanı Selahattin Çetiner, bütün akşamcıların keyfini kaçıracak bir yasa çıkarttı ve alkollü araç kullanımını yasakladı.
Ama alkol muayenesi şöyle yapılıyordu:
Trafik polisi, sürücüye “Hoh de”diyor, adam da ayrıldığı meyhanede sarmısaklı yoğurt dökülmüş patlıcan kızartması yese de “hoh” diyerek bayılttığı polisin kanaatine terkediliyordu.
Bazı kurnazlar, önceden kağıt mendil çiğneyerek ağız boşluğunda oluşan alkol kokusunu yok ederek yırtıyorlar ama çoğu yakayı ele veriyordu.
Polislere işkence çektiren bu ilkel uygulama yıllarca sürdü.
Bütün alkolikler adına o yıllarda görev yapmış trafik polislerinden özür dilemek durumundayız.
Genel af, insan hakları ihlalidir
Bu da nereden çıktı diyeceksiniz.
Bir grup hukukçu dostumla sohbetten edindiğim sonuç bu:
Hatta ihlal değil suç.
Neden mi?
Bir suç işleniyor. Diyelim ki cinayet. Suçlusu hapse atılıyor.
Bu ceza, maktulün geride kalanlarının acılarının biraz olsun azaltılması içindir de aynı zamanda.
Sonra devlet, af çıkarıyor. Oy kaygısıyla ya da cezaevlerindeki yığılmayı önlemek için… Yani biraz ekonomik düşünerek.
Az önce sözünü ettiğim katili af ederken; onun öldürdüğü kişinin yakınlarına danışmıyor, onların rızasını almıyor. Onları bir kere daha yaralıyor.
Onun için af, bir insan hakları suçu haline dönüşüyor.
Olayı, demir parmaklıklar arasında yatanların gözüyle değil, evinde gözyaşını dökerek öbür tüketenlerin gözüyle yorumlamak ve değerlendirmek gerekir.
Hırsızı, soyguncusu, katili, saldırganı, ırz düşmanını düşünen devlet, onların mağdur ettiklerini daha çok düşünmek zorundadır.
Dürüst hukukçular, olaya cezaevlerinin yoğunluğu ya da oy getireceği gözüyle değil; bu gözle bakıyor.
Randevu sistemi var mı, yok mu?
Sağlık Bakanlığı, devlet hastanelerinde; pandemi sürecinde sıkılaştırılan randevu sistemini kaldırdığını açıkladı.
Karar, tartışıldı. Sağlık örgütleri, randevu sisteminden vazgeçilmesinin hastanelerde yığılmalara yol açacağını savundu.
Hastanelerin önündeki “Randevusuz hasta kabul edilmemektedir” levhaları da kaldırılınca insanlar, haklı olarak uygulamanın kurallarına uygun hareket etti.
Ama, yine de sağlık çalışanları, randevu sistemini savunuyor ve sanki işliyormuş gibi davranıyor. Hastaneye doğrudan baş vuranlara hekimin dolu olduğu ve hasta kabul edemeyeceği söyleniyor. Hastanelerin iç bölümlerinde duyurular yine randevu sisteminin devam ettiğini vurguluyor.
Randevu sisteminin daha sağlıklı bir hizmet sunumu sağlayacağı tartışılmaz. Ama bu sistemin de kusursuz çalışması lazım. Telefonlar açılmazsa vatandaş, çaresiz hastaneye koşar, başının çaresine bakar.
Sağlık Bakanlığı, randevulu sistemde ısrarlıysa bu detayı atlamamalı ve sistemi kusursuz çalışır hale sokmalıdır.
İbrahim Ormancı - Duvar Yazıları
Artık ''Elalem ne der'' diye düşünmüyorum. Sor ama neden ? ''Sanal alem ne der'' diye düşünüyorum da ondan!
***
Araştırmalara göre ; cüzdanı pantolonun arka cebinde taşımak bele çok zararlıymış. Eeee yankesiciyi yakalamak için çok depar atınca normal be babam!
***
Türkiye’de bir film çekilecekse adı “Ve Allah kadına şiddeti ve kadın cinayetlerini yarattı“ olmalı!
***
Bazen erkeklere haksızlık ediliyor canım. Şamar oğlanı var şamar kızı yok lügatte yahu !
***
Tek bildikleri ekonomiyi canlandırmak için müteahhitlerin gönlünü hoş etmek. Beton Millet Sakarya!
***
Gerilim romanı okumasını hiç sevmem. Çünkü hayatım gerilim!
***
Kimi zat-ı muhteremlerin kendilerinin her yaptığı ayrı bir te-zat!