Önce Suriyeliler, sonra Afganlar, şimdi de Pakistanlılar.
“Sığınmacı cenneti” Türkiye’de başımıza dert olup çıktılar.
Sayıları 6 milyona dayandı.
Her 15 kişiden biri sığınmacı.
Haliyle onlar da olay çıkaracak ve kendilerinden söz ettirecekler.
Nitekim, her gün bir maraza çıkarıyor, gündeme oturuyorlar.
Gönüllü savunucular “Münferit olay” diye yırtınsa da öyle değil. Bunların çıkardıkları olaylar, sıradan değil, dayatmacı, bozucu, kafa karıştırıcı.
…
Neden bunlar oluyor?
Bu ülkede mübadele diye bir olay yaşandı. Seneye 100 yılını dolduracak.
100 yıl önce devlet şunu akıl etmiş:
Mübadilleri, hemen toplumun içine salmamış.
Karantinadan geçirmiş.
Hastalığı var mı, salgına yol açar mı diye araştırmış.
Kim eğitimli, kim hangi mesleği icra eder diye sorgulamış.
Benim de anam babam bu süreçten geçmişler.
Sonra ne olmuş?
Mübadiller, bu ülkenin temel taşlarından birini oluşturmuş. Sağlıklı kimlikleriyle, icra ettikleri meslekleriyle ve hep korudukları vatanseverlikleriyle.
Yıl 2022… Biz bunu yapmıyoruz. Geleni salıyoruz, gideni salıyoruz.
Var mı böyle bir şey?
Adam cahil. Adam zengin. Hem cahilliğiyle, hep parasıyla kendini dev aynasında görüyor. Kanun nizam tanımıyor, geldiği ülkede yaptığında başına geleni çok iyi bildiği halde bu ülkede ahkam kesiyor.
Sığınmacıları, toplumun kimyasını bozarken hoş görmek, bu devlete yakışmaz. Onları da hizaya sokmak, önce izole edip toplumla kaynaştırmak, Türk devletine en çok yakışan ve ondan beklenen harekettir.
Romanlar
Geçtiğimiz günlerde “Romanlar Haftası” kutlandı.
İzmir, Edirne ve Tekirdağ’dan sonra galiba Romanların en yoğun yaşadıkları kent. Onlarla yıllardır iç içeyiz.
Eleştirdiğimiz yönleri, huyları vardır ama hiç birimiz Romanlar için “Vatan haini” diyemeyiz. “Namus düşmanı” sözünü kullanamayız. Bu iki konu, onların temel hasletidir.
Yıllarca çalıştığım Tercüman Gazetesi’nin matbaası, Tenekeli Mahalle diye bildiğimiz Ege Mahallesi’nin tam ortasındaydı. Tam tamına 8 yıl bu insanlarla bir arada oldum. Dostlar edindim. 18-20 yaşlarındaki çalışan kızlarımız, gece geç saatte de olsa onların mahallesinden rahatlıkla geçip matbaamıza gelip gittiler. Kimse yan bakmadı. Yan bakmaya da kalkmadı.
Romanların temel sorunu paradır. Para kazandıkları meslekler, birer ikişer yok oluyor. Ayakkabı boyacılığı kalmadı. İzmir’de 50’yi aşkın gazino ve müzikhol vardı, hepsi kapandı. Onlar buralardan ekmek yiyorlardı. Hamallık diye bir şey de yok artık.
Parayı nereden kazanacaklarını bilemiyorlar.
Belediyeler, resmi daireler, onları nedense işe almıyor. Pandemi, adeta sonları oldu.
Roman asıllı milletvekili dostlar, onlar için canla başla çalışıyor. Özcan Purçu mesela. Ak Parti’den Cemal Bekle.
Çabalarını yakından izliyorum ama çoğu kere onların da elinden bir şey gelmiyor.
Romanların eğitim görmesini sağlamak, topluma entegre etmek, onların karınlarını sürekli tok tutmak, hepimizin görevi. Büyükşehir Belediyesi’nin ürettiği projeler, kısa vadede sonuç vermeyecek ama yine de bir iyi niyet içerdiği için alkışlıyoruz.
Dahasını bekliyoruz.
Öncelikle onları, tescillendirilmiş kimliklerinden arındırmamız gerek. Beden güçlerinden, pratikliklerinden, zekalarından faydalanarak Romanları ekonominin vazgeçilmezleri arasına sokabiliriz.
Biraz çabayla.
Turgut Özal
Özal’sız 30 yıl
Turgut Özal, Türk siyasetinin en renkli simalarından biriydi.
Ülkede 1980’li yıllara damgasını vururken, özellikle telekomünikasyon, turizm ve dış ticaret konularında önemli hamleler gerçekleştirdi. Türkiye’nin bu alanlarda önünü açtı.
Rahat adamdı, kural tanımazdı tamam ama bu haliyle bile ülke insanına olumlu mesajlar verirdi.
Yunanistan’la savaşın eşiğine girdiğimiz günlerde, kalkıp tatile çıkması, onun büyük bir ustalık sergilediğinin göstergesiydi.
Özal, elbette kalıcı hizmetler sundu ama devletin taşlarını da yerinden oynattı.
Hortumlar, hayali ihracatlar, prensler, birden zengin olanlar, kara para aklamalar, onun döneminde sosyal yaşamın sıradan olayları haline gelmişti.
Şortla askerleri teftiş etmesi, randevu almadan Sovyetler Birliği’ne gittiğinde karşılanmaması, ağırlanmaması, kızı Zeynep’i davulcuya vermesi, Ahmet’e özel televizyon kanalı kurdurması, devlet yönetimine saltanatı getirmesi, Göcek’teki başbakanlık yazlığında uzun tatiller, “Benim memurum işini bilir” diyerek bir şeylerin önünü açması, kayda geçmiş tarihsel gerçeklerdir.
Özal’ı bu çerçevede anıyoruz.
Çokça iyilikleriyle, ama o meşhur marazlarını da aklımızdan çıkarmadan.
Sosyal medya rezilliği
Sosyal medyayı eline geçirmiş bazı rezil tipler var.
Atıp tutuyorlar.
Atıp tuttuklarının; elbette onu doğru sananlar için izlenilir yanı var.
Ama onlar, öylesine yalancı, öylesine kan emici ki.
Toplumun sevdiği bir insanın, sanatçının ölmüş olması onları keyiflendiriyor. Birer Azrail kesilip öldürüyorlar. Hayatta olan adamı mezara gönderiyorlar.
Geçmişte Hakan Ural’a yaptıklarını şimdi Mehmet Ali Erbil’e yapıyorlar.
Yaparken de garip bir keyif alıyorlar.
Rezilliğin keyfi her nasılsa artık.
İbrahim Ormancı - Duvar Yazıları
Hurmanın kilosu 145 TL. Ramazan'da yediğin hurmalar, kredi kartı ekstrelerini tırmalar!
***
Nabza göre şerbet verme devri geçti. Şekerin kilosu 16 lira!
***
Ağlarsa anam ağlar deyip duruyoruz. O kadının gülmeye hiç hakkı yok mu vicdansızlar!
***
Nasıl çevrecisin sen? “Dikili bir ağacım bile yok” diye mavra yapıyorsun bir de!
***
Gerçekçi ol, imkansızı iste. Olağanüstü dönemden geçmeyen bir ülkede yaşamayı iste !...
***
Her şeye RIZA gösteren insanlarda, mutlaka bir ARIZA vardır!
***
Zeytinyağı gibi hep üste çıkan akla mı üst akıl derler acaba?
***
Kimisi kuş pisleyince piyango bileti alır. Ben kuş pisleyince yeni bir gömlek alıyorum iyi mi?