9 Eylül Atatürk demektir.
9 Eylül, Cumhuriyet'in aydınlık yüzü, Türkiye'nin batıya açılan penceresi İzmir'in kurtuluşu demektir.
9 Eylül, özgürlük, laiklik, ekonomide ve siyasette tam bağımsızlık, insanın insana saygısı, insanca yaşam, hak ve özgürce, insanca paylaşım demektir.
9 Eylül, "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir" diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü anlamak demektir.
***
Taa Birinci ve İkinci İnönü Zaferi'nden 26 Ağustos'a, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Muharebesi'nin zaferle sonuçlanmasına uzanan sürecin çok öncesinde yanmış, yıkılmış, emperyalist işgale uğramış Anadolu açısından şartlar şöyleydi:Kurtuluş Savaşı, 4 Eylül 1919'da gerçekleştirilen Sivas Kongresi'nin ikinci celsesinde, tıp öğrencilerinin temsilcisi olarak katıldığı kongrede mandacılık tartışmasında, Atatürk'e hitaben yaptığı ve "Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle ret ve takbih ederiz (Ayıplarız, kınarız)" diyen ve daha sonra sıhhiye subayı olarak, Kurtuluş Savaşı'na katılan, 9 Eylül 1922'de İzmir'e giren ilk birlikte subay olarak görev alan Tıbbiyeli Hikmet'in bu sözlerine, "Arkadaşlar, gençliğe bakın; Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin. Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır" diyerek Hikmet Bey'e dönüp "Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez. Ya istiklal ya ölüm." diyerek yanıt veren Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bu sözleriyle başlamıştır.
9 Eylül, kurtuluş yolunda, zafere giden yolda, Ruşen Eşref Ünaydın, 7 Ağustos 1921'de Hakimiyet-i Milliye'de, Sakarya Savaşı öncesinde "Azim ve iman" başlıklı yazısında;
"Bugün muharebe alanı olan yerler, Osmanlı Devleti hayatına başlarken, ilk emeklediğimiz topraklardır. Söğüt, Bursa, İznik, Domaniç, Eskişehir, hatta İzmir, altı yüz yıldır, tekfurlar yıkılalı, kan rengi ve barut dumanı nedir görmemiş, duymamış yerlerdi.
Oralar, her taarruzdan korunan Türk kucağı idi. Bugün buralar düşman elindedir. İznik'te Osman Gazi medrese kurdurmuştu. Halbuki geçen yıl onun mezarının başucunda Venizelos'un veledi, hem de sandukasına dayanarak resim çektirdi. Bu iki hatırayı, bu millet unutacak mı? Osman Gazi'nin yeni vatanı... Domaniç yaylalarında şimdi küffar dolaşıyor... Ya Kütahya! Ya Yeşil Bursa!
Daha ne sayayım! Düşman bayrağımızı, ananemizi, tarihimizi çiğneye çiğneye sağ kalanımıza doğru yürüyor. (...) Arslan yürekli Süleyman Paşa bile; ilk vatan şairi, ateş ruhlu Namık Kemal bile Bolayır'da küffar elinde kaldı.
Elde kalan vatan parçasında 35 padişah türbesinden bir tanesi yok... Evvelce bizi fetih diyarlarından öteye atmışlardı... Fakat bu sefer, Türk ananesi, Türk, dini, 900 yıllık Türk himmeti yabancıya ganimet kalacak! Bu da mı hak? Vatan elimizde bir varlık değil..."
Yukarıdaki karamsar tabloyu ortaya koyan Ruşen Eşref Ünaydın, umutsuz olmadığını, kurtuluşa yürekten inandığını, umudunun kaynağını da; "Dün kendisine başkomutanlık verilen Mustafa Kemal, bugün her zamankinden ziyade, Türk imanını, Türk azmini şahsında topluyor. O, millete hizmetçidir, millet de O'nun hizmetindedir. O bizdir, biz O'yuz. O milleti, millet de O'nu Çanakkale günlerinden, Erzurum, Sivas, Ankara günlerinden tanıyor. Hepimiz bir yolu görüyoruz. Hepimiz bir gayeyi güdüyoruz..." şeklinde anlatarak resmediyordu memleketin ahvalini.
Bütün bu ahvalin sonunda, bugün o gündür işte! Bugün, 7 düveli yendiğimiz, 15 Mayıs 1919'dan 9 Eylül 1922'ye kadar geçen, 3 yıl 3 ay 26 gün devam eden makus işgal yıllarında Anadolu'da ve İzmir'de her türlü zulüm ve işkenceyi yapan emperyalistler ve onların uşaklarının denize döküldüğü günün, İzmir'in kurtuluşunun ilan edildiği, bir ulusun yeniden doğuşunun adıdır 9 Eylül.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, "Geldikleri gibi giderler" demişti, "Geldikleri gibi gittiler..."
Sizler; Bütün mücadelesinin amacı, bu ülkenin çocuklarının bağımsız, uygar bir ülkede özgür ve onurlu bir şekilde daha rahat yaşaması olan, bu uğurda ömrünü adayan başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu kutlu zaferi bize armağan etme yolunda 9 Eylül 1922 sabahı saat 10.00'da, bozguna uğramış, kaçan düşmanı kovalayarak İzmir'e giren Ahmet Zeki Bey'ler, Mürsel Paşa'lar, Fahrettin Paşa'lar;
Sizler; 30 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın verdiği "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri" emri doğrultusunda işgal ve zulüm altındaki İzmir'i kurtarmak için, İkinci Tümen'in öncülüğünü yapmakla görevli Dördüncü Alay Komutan Yardımcısı Yüzbaşı Şerafettin Bey'in komutasında, Alsancak'a yaya olarak giren 8 erden 4'ü şehit düşen ve orada defnedilen, bugün aynı yerde, yani Halkapınar Şehitliği'ndeki 9 Eylül Anıtı'nda yatmakta olan Akşehirli Bekir oğlu Ahmet, Antalyalı Ömer oğlu Hakkı (Sarıaslan), Nevşehirli Ahmet oğlu Seyit Mehmet ve Nevşehirili Ahmet oğlu Ahmet'ler;
Sizler, yanmış, yıkılmış bir devletin küllerinden bizlere, üzerine "Benim vatanım" diyerek özgürce ayak basabileceğimiz bir vatan bırakanlar, "Bugün Dünya üzerinde ulus bilincine ulaşamayan devletlerin hali ortadayken" bizlere ulus devlet bilincini aşılayarak, özgürlük ateşiyle yanan, yeni bir Cumhuriyet kuranlar, yaptıkları devrimlerle, yaktıkları bilim ve ilerleme ateşiyle ülkeyi aydınlatanlar, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk, silah ve dava arkadaşları olmak üzere, yeni bir ülkeyi kanı-canı pahasına bize armağan edenler, çocukları ve torunları olmakla onur ve övünç duyduğumuz, emperyalizm ve onların uşaklarını dize getirenler, bu ülkeyi kurtarmak uğruna kefensiz toprağa düşenler, bizlerin sizlere sözümüzdür: "Kanımız-canımız pahasına bu vatanı, devrimlerinizi ve emanetlerinizi koruyacağız"