Bilim insanlarının ve tarım konusunda uzmanlaşmış kişilerin gelecek için tasarladıkları projeksiyonlar, yaptıkları bilimsel araştırmalar ve bunlara bağlı olarak çıkardıkları sonuçlara dayanarak yaptıkları uyarılara karşın biz, on yıllardır en verimli tarım alanlarımızı, “Sopayı diksen yeşerir” diyebileceğimiz vasıfta birinci sınıf tarım topraklarımızı betonlaştırırken, birçok başka ülke de bizim tam aksimize tarımı ve tarımsal üretimi teşvik ederek tarımsal üretime yönelik devlet desteklerini artırma yoluna gidiyor.
Ülkemizin kalkınmasının sanayiden, hatta katma değeri yüksek ürünler ihtiva eden ürünler üretmekten geçtiğini söylemek mümkün. Ancak bunu böyle söylerken bizim, “Tarımı ihmal etmeye” hakkımız yok. Çünkü, yukarıdaki söylem, diğer faktörlerin hiçbir anlamı yokmuş izlenimi doğurmakta ancak, işin aslının bu şekilde olmadığı hepimiz için bilinen bir gerçekliktir.
Çünkü biliyoruz ve de bilmek zorundayız ki, evrensel anlamda gelişmiş ülkelerin kalkınması, önce verimlilik ve tarımsal mekazinasyonun geliştirilmesi sonucunda gelmiştir.
Çünkü, çıkış noktası tarımda. Çünkü, tarım ölürse yaşam biter. Çünkü, tarım olmazsa ne yiyip ne içeceğiz? Dünyadaki arıların ölmesi halinde yaşamın biteceği gibi. O nedenledir ki, tarım bir ülke, ulusal bir strateji meselesi.
Dünya ticaretinin bir numaralı aktörünün ABD olmasına karşın, aynı ABD’nin Dünya’nın en önemli tarım ülkelerinden biri olması yadsınamaz bir gerçekliktir. Çünkü, gayrisafi milli hasılası içinde yüzde 1 gibi bir paya sahip olmasına rağmen, tarımsal üretimin parasal anlamdaki payı neredeyse bizim toplam ihracatımıza yakın, yani 180 milyar dolar.
Dünyadan bir başka örnek ise 40 bin kilometrekare yüzölçümü ve 17 milyon nüfusu ve Konya ilimiz kadar olan yüzölçümü ile 100 milyar dolar civarında tarımsal ihracata sahip, tarımsal ihracatta Dünya ikincisi olan Hollanda’dır.
Avrupa, gıdanın, tarımsal üretimin, çevrenin korunmasının veya dünyada en büyük silahın konvansiyonel ya da nükleer silahlar olmadığını, gıda olduğunu bizden çok önce ve öneminin gereği gibi anlamış durumda.
Oysa ki biz, uzun bir süredir kolay yoldan para kazanmayı seçerek en verimli tarım topraklarımızı, bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde betona gömüp, üstelik böyle bir hakkımız olmamasına rağmen öteki kalkınmış ülkelerin aksine kalkınmanın birinci evresi olan tarımı göz ardı ediyoruz.
Küresel salgın ve ekonomik çıkmazla birlikte yükselen kapitalizmin krizi, iklim krizi yıkımının toplumlar ve ülkeler üzerindeki etkisiyle vahşileşti. Bu nedenledir ki, iklim krizinin tüm insanlık üzerindeki yıkıcı etkilerinden birisi de gıda krizinin Dünyamızı tehdit ediyor olması.
Dünyamızın ısınması, iklimlerin değişmesi, küresel iklim krizi, pestisit gibi tarım zehirlilerinin kullanılması sonucu tatlı su kaynaklarımızın hızla kirlenmesi, suyumuzu hoyratça kullanma, aşırı israf, tarımda vahşi sulama gibi uygulamalarda ısrar, toprağı ve gıda üretimimizi tehdit ediyor.
Ülkemiz yeni tarım düzeninin gerektirdiği birçok koşulun sahibi. Ürün çeşitliliği, ihracat pazarlarına yakınlığı, ormanları, denizleri, gıda sanayisi, 4 mevsimi yaşama olanağına sahip ülkemizde ise bitkisel ve hayvansal üretimimiz 550 milyar lira civarında, olması gerekenin çok altında. Gerek sermaye, gerek kültürel dönüşüm, gerekse bilgi birikimiyle tarımdaki verim artışının ülkemizi zenginleştireceğine hiç kuşku yok. Hatta bu konuda tarımsal üretimin içinde olup, ülkemizin sadece yaş meyve sebzede 200 milyar dolarlık bir üretim potansiyeline sahip olduğunu öngörenler var.
Bütün bu yukarıda saydığımız faktörler nedeniyledir ki, iklim acil durumunu dikkate alarak, bağımsız araştırmacılar ve bilim insanlarının yakın gelecekte bizi beklediğini öngördüğü, iklim acil durumundan dolayı iklim kriziyle yüzleşip bizi bekleyen gıda krizi gerçeğine karşı etkili önlemler almak, gıda güvenliği, gıda üretimi ve gıda tedariki konularında hatalı uygulamalardan vazgeçerek ulusal gıda politikamızı belirlemek zorundayız.