Bugün, öyle bir noktaya geldik ki, toprağa değer biçerken sadece parayı ve rantı düşündüğümüz, altında ve üstünde yaşayan tüm kara canlılarına ev sahipliği yapan, besin ve su zincirini düzenleyen önemli bir karbon yutağı olarak iklimi etkilediğini göz önünde bulundurmadığımız, “Kendisine karşı ahlaki sorumluluğumuz vardır” sözünü unuttuğumuz bir noktadan bakmaktayız “Sadık yârimiz” kara toprağa.
Bizler, üzerinde yaşamakta olduğumuz evrenin sakinleri ve ülkelerin karar alıcıları, toprağı yağmalanması, tarımdan uzaklaştırılıp betonlaştırılması, hükmedilmesi, yönetilmesi gereken merkezli ahlaki anlayışın egemenliğini sürdürdüğü neoliberal politikalarla ülkeleri yönetenlerin dizayn ettiği bir dünyada yaşıyoruz.
Topraklarımızın tarım dışı amaçlar için kullanılması ve betonlaştırılması artan bir hızla sürmekte, tarım topraklarımız giderek güç kazanan endüstriyel tarımın, aşırı kimyasal kullanımı, aşırı işleme, bilinçsiz sulama gibi doğaya karşı saygısız ve hoyratça uygulamalar nedeniyle kirletilmekte, tuzlanmakta ve erozyona uğrayarak niteliklerini yitirmekte.
Toprakların tuzlanması ekosistemi tehdit eden bir süreç, dünya genelinde tarım topraklarını tehdit eden en önemli bozulma nedenlerinden birisi. Tarımsal üretim, gıda güvenliği ve sürdürülebilirlik için küresel anlamda bir sorun.
Toprağın aşırı tuzlanma ile bozulan fiziksel ve kimyasal özellikleri, üretimin verimliliği, tarımda kullanılan suyun kalitesi, toprağın biyoçeşitliliği ve toprak erozyonu üzerinde önemli bir etkiye sahip.
İnsanlığın tarihsel sürecini incelediğimizde, tarımsal üretim sayesinde var olmuş birçok uygarlığın, toprağın tuzluluğunun artmasına bağlı olarak yok olduğunu görerek düşünürsek durumun ciddiyetinin farkına varmamız mümkün.
Hatalı sulama programları nedeniyle ülkemizde son 20 yılda sadece Harran Ovası’ndaki tuzlanmış toprakların alanının üç kat artmış olduğunu, yaklaşık 1.5 milyon hektarda tuzluluk ve alkalilik sorununun ortaya çıktığını, söz konusu alanın sulanmaya uygun arazilerimizin üçte birine karşılık gelmiş olduğunu dikkate almamız, konu üzerinde daha fazla düşünmemiz gereğini, bu konuda daha fazla kaygılanmamız gerektiğini zorunlu kılmakta.
Öyle bir noktaya doğru gidiyoruz ki, Türkiye gibi çok zengin tarımsal potansiyeli olan bir ülkede açlığı, kıtlığı konuşur hale geldik. Konunun vahim olan boyutu bu. Tarım topraklarımızı, tarımsal üretimimizi hor kullanarak toprağımıza ihanetimizi sürdürürsek ektiğimizi biçmek kaçınılmaz kaderimiz olacaktır.