Kış sporlarına (bütçelerine çok uygun olduğu için!) pek ilgi göstermediklerinden, okulların tatile girmesi, havanın ısınmasıyla, yaz tatillerini, yoğun yerleşim yerlerinin sıkıntısından kurtulmak isteyen emeklilerin, senelik iznini kullanan ülke insanımızın tercihi, deniz kenarındaki yerleşim yerlerini cazip hale getirmekte. Üç tarafı denizlerle çevrili ve dünyada hiç bir ülkenin tek başına sahip olmadığı denizi! olan ülkemiz, yerli ve yabancı turistlere huzurlu yaz tatili yapma imkânı sunup, ekonomiye katkı sağlıyor denilebilir! Seksenlerin sonuna doğru sıkça geldiğim Marmara Denizi’ne kıyısı olan, sırtını Teşvikiye Dağı’ndaki ormana dayamış, zeytin, elma ağaçları, temiz bol oksijeni, tertemiz sapsarı kumsalı, denize dökülen berrak sulu iki küçük ırmak tatlı su kefallerinin yaşadığı, dalgasız havalarda, 15 metre derinlikteki güzellikleri ve canlı yaşamını gözlemlediğim deniziyle insanı kendisine mıknatıs gibi çeken yerin bugünkü durumu insanın ruhunun kararmasına vesile oluyor. Ege Denizi kıyısı olan tanınmış! tatil yöresi sahillerinde, yaz tatillerini geçirmek arzusundaki, alın teri kazançlı seçkin lümpenlerin yaptıkları tatilin ne kadar eşsiz olduğunu ve kendilerinin nasıl seçkin lümpenler olduğunu ispatlayan, sahil bölgelerinde yedikleri uzun çubuklu elma şekerlerine! ödedikleri parayı gösteren kasa fişlerini sosyal medyada yayınlayarak içinde yer aldıkları sosyal sınıfın, cilalı sopasıyla servis edilen elma şekerlerini! mutlulukla, zevkle, severek yediklerini göstermekte. Kalburüstü lümpen kategorisine dahil olmayan, gücü elma şekeri yemeye yetmeyen insanlarımızın, bir vesile ile aldıkları sahil kıyısındaki yerleşim yerlerindeki yazlık dairelerinin bulunduğu yerlerde, yerleşik insanlar haricinde, kısıtlı bütçe ile tatil yapmak isteyen kalabalık ailelerin, kimi zaman iki ailenin birleşerek, günlük, haftalık, aylık, sezonluk yer kiralamasının yol açtığı, su, çöp, park yeri ve köydeki tarladan uzun yollar! kat ederek birkaç araç! değiştirerek aracısız! gelen sebze ve meyve fiyatlarındaki fahiş artıştan, kumsalın yoğunluğunun sorun yarattığını zannetmeyin. Bulunduğum yazlık yöresindeki durumu daha yakınen müşahede etmek için sabah erken saatte sahilde yaptığım yürüyüşte halka açık olan kesimlerde, yazlıkçılar tarafından kumsala yerleştirilmiş, estetikten yoksun paslı kırık masalar ve gece çalınmaması için masalara zincirlenmiş kimi kırık plastik sandalyeler, sigara izmaritleri, su şişeleri çöp torbaları, top haline getirilmiş bebek bezleri, yarısı kuma gömülmüş kırık cam şişe parçaları, ters çevrilmiş kayık çevresinde gece içildiği belli olan boş içecek şişe ve kutuları, çekirdek kabukları, buranın çöplük alanı olduğu hissini veriyor. Görmüş olduğum manzara karşısında, yönümü değiştirip yerleşim yerinin caddelerinde dolaşmaya başladım, artan nüfusun ihtiyacını karşılamayan patlamış kanalizasyon boruları ve caddedeki çukur görüntüleri, sahili mumla arayacağımı gösteriyordu. Bir zamanlar belde olan ve nüfusu azaldığı için tekrar köy olan sahil beldesi caddesinde tek tük görülen özel arabaların yerini, kaldırımları park yeri olarak kullananların aldığı yoldan(çift sıra park etmediklerine şükrederek!) yürüdüm. Çöp konteynerlerinin çevreleri, sırf gösteriş olsun diye, lümpen sözde hayvanseverler! Tarafından satın alınan bir süre sonra bıkıp bakmadıkları, yaz tatili sonrası sokaklara terk edilen kedi, köpeklerin (Bu dilsiz hayvanların hakkında Allah`tan korkun Hz Muhammed. Sav.) geceleri havlamaları ve ulumalarına ek olarak, yiyecek bir şeyler bulma umuduyla, parçaladıkları çöp poşetleri ile dolu olması şaşırtmıyordu. Etrafı aydınlatan güneşin sıcaklığı insanın iliklerini ısıtıyordu. Hafif rüzgârın denizden getirdiği iyot kokusu ile karışan Teşvikiye Dağı’ndaki ormanın salgıladığı bol oksijen, etraftaki bu kadar olumsuzluğa rağmen, insana yaşamın mükemmelliğini, sağlıklı olmanın zenginliğini hatırlatıyor. Erken saatlerde boş olan sahili ve caddeyi öğleden sonra tekrar görmek üzere, eskiden cılız da olsa temiz su akan, simdi ise lağım suyunu denize taşıyan derenin kenarındaki patikadan, burnumu kapatarak hızlı adımlarla eve döndüm. Öğleden sonra, sabahleyin eski masa ve sandalyelerin olduğu küçük sahil çöplüğünde karşılaştığım manzara karşısında nutkum tutuldu. Sandalyeler, şezlonglar yere serilen plaj havluları üzerindeki insanlardan sahildeki kumu görmek imkânsız duruma gelmiş, denizde yüzme çabasındaki insan yoğunluğu sebebiyle deniz içerisinde top ile oynayan çocuklar tarafından atılan bir topun suyla buluşmasını engelleyecek seviyedeydi. Hayretler içinde sahil ve denizdeki kargaşayı izlerken,karısına hitaben, oh çok iyi yaptık, tatil için buraya gelmekle iyice kafa dinleyeceğiz diyen, yanı başımdaki şezlongdaki maganda zat, boşalan içecek şişesini yere atıp, etrafındakileri rahatsız edip etmediğini düşünmeden daha önce içip izmaritlerini doğal ‘kül tablası kuma!’ soktuğu sigarasına bir yenisini ekliyordu. Geceler bir başka mı geçiyor dersiniz! Sahildeki derme çatma gazinolardan sabahın erken saatlerine kadar çalınan, hasta, yaşlı, çocuk demeden, insanı rahatsız eden, ruh yorgunluğuna yol açan yüksek sesli müzik işin tuzu biberi. (Diğer sahil bölgelerinde başka olduğunu söyleyenin çıkmayacağına eminim). Bizler Marmara Denizi mirasını harcarken dikkat etmezsek, gelecek nesillere etrafı çöplük olan fosseptik çukuru bırakırız. Unutmayalım, bizler birer emanetçiyiz!, işimiz Marmara ile bitmiyor, üçtarafı denizlerle çevrili  ülkemizin, her yöresine bizler bir daha gitmeyecek olsak bile, gelecek nesillerimiz için, gereken önemi vermekle yükümlüyüz Sahilleri, denizi, toprağı, ormanları hoyratça kullanan ülke insanımız Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK`ün “Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer” sözüne kulak vermeliler. '